OCAKSUBAT2024 Reşat Yörük
Allı yeşilli…
Allı yeşilli… Eskiden otogarlarda çok olurdu. Elinde bavulu, cebinde biletiyle Edirne otobüsüne doğru giden vatandaşı Doğu Beyazıt’a yollamak için türlü takla atan arkadaşlar… Sonra onları her yerde görmeye başladık. Daha çok da turistik bölgelerde… Halıcıya, dericiye, kuyumcuya ya da bara, restorana müşteri götürüp dükkan sahibinden komisyonunu alan hanutçulardan bahsediyorum. Kemeraltı’nda bile görmüşsünüzdür mutlaka. Tam elinizdeki alışveriş listesine konsantre olmuşken önünüze fırlayıp “Kot lazım mı abi?” diye bağıran çığırtkanlar var ya! Hah işte onlar da bir tür hanutçu… Son yıllarda bu hanutçulardan yeni bir model daha türedi. Onlar için “hanutçu” demek doğru bir tanımlama mı, pek emin değilim. Nihayetinde hepsi de okumuş, kibar, temiz yüzlü ve şık giyimli genç arkadaşlar. Ama yaptıkları iş ve uyguladıkları yöntem aynı be kardeşim! Anlatayım da kararı kendiniz verin! Kıbrıs Şehitleri Caddesi ya da Karşıyaka Çarşı’ya girer girmez, farklı renkteki yelekleri ve ellerinde tabletleri ile bir sürü genç göreceksiniz. Allısı, yeşillisi… Her bir renk, farklı bir sivil toplum kuruluşunu temsil ediyor. Yakalarında da kocaman logolar… İsim vermeyeyim, bildiğiniz dernekler bunlar. Hatta aralarında uluslararası çalışan çevreci bir örgüt ile koskoca Birleşmiş Milletler çatısı altındaki kuruluşlar bile var. Mesela geldiniz çarşıya. Saatler akşama doğru yol alırken misafirinizin olduğunu hatırlıyorsunuz. Acele etmekte yarar var. 250 gram çekilmiş kahve biraz da çerez alıp çıkacaksınız. Ama ne mümkün! Hemen yanınıza yanaşıyor 20-25 yaşlarında genç bir arkadaş. Yeşil yeleklisinden… - Bana biraz vakit ayırabilir misiniz? - Olsa dükkan senin - Nasıl yani? - Yanisi… Vaktim yok. Teşekkürler. - Ama hem sizin hem de çevremiz, dünyamız ve insanlık için çok faydalı bir görüşme olacak. Bak uyanığa! Görüşmezsem iklim krizinin tüm sorumluluğunu benim sırtıma yükleyecek. Yer miyim? “Sağ ol canım” diyerek hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlıyorum, o da benimle birlikte hızlanıyor. Sanki beraber alışverişe çıkmışız. O derece rahat yani… Ağzı da iyi laf yapıyor. Üstelik sempatik. Hem yürüyor hem konuşuyor. Temsil ettiği kuruluşun yaptıklarını anlatıyor. Dayanamayıp soruyorum. - İyi de, benden ne istiyorsun? - … için maddi ve manevi desteğinizi… - Tamam. Manevi desteğimi verdim gitti - Öyle olmuyor ama - Nasıl oluyormuş? - Manevi desteğinizi küçük bir bağışla ispatlamanız lazım Birkaç saniyeliğine de olsa havaya girdiğimi itiraf etmeliyim. Nihayetinde milyar dolarlık bütçesi olan dünya devi bir kuruluş benden yardım istiyor. Neyse ki çabuk toparlanıp “içten bir teşekkürle” devam ediyorum. Nihayetinde birlikte yol yürümüşlüğümüz var. ***** 3 gün sonra bu kez Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne yolum düştü. Sevinç’in oradan girince yelekli arkadaşları orada da gördüm. Kısa bir tereddütten sonra tedirgin adımlarla ilerlemeye başladım. Allı - yeşilli yelek giymiş 8-10 genç arkadaşın arasından geçerken her an birisi tarafından durdurulabileceğimi düşünerek… O da ne? Dönüp de bakmadılar bile! Peki neden kimse durdurmadı beni? Neyimi beğenmediler acaba? Kesin tedirginliğimi hissettiler. Keşke daha dik duruşlu, kendime güvenen adımlarla girseydim caddeye… Beynimin diğer yarısı da farklı sorularla meşgul. Bu arkadaşlar avını (pardon vatandaşı) neye göre seçiyor acaba? Temel kriter nedir? Tipine mi bakıyor yoksa giyimine ya da tavırlarına mı? Seni seçerlerse mi iyi seçmezlerse mi? Anlayan beri gelsin!